Abstract:
İnsanlık âleminin bilinen ilk isimleriyle insan modelleri oluşmaya ve de ayrışmaya başlamıştır: Âdemin iki oğlu Habil ve Kabil
gibi. Ölümlü insanoğlunun ölümsüzlük arzusu ruhunun derinliklerinde yerleşmiş olmalı ki ilk macerasında şeytan onu “ebediyet
ağacı” (Taha, 20/120) yani “sonsuz yaşama” vaadiyle oyuna getirmiştir. Öldükten sonra dirilmeye inanmak, bu kültürle yetişmiş
insanlar için kolay olabilir ama bu duyguyu kaybetmiş toplumlarda öldükten sonra dirilmeye inanmayı zorlaştıran bariyerler
bulunmaktadır. Kur’an, cahiliye Arap insanını oraya getirebilmek için, vahiy sürecinin yarısından fazla bir zaman diliminde uğraşmış;
bu süreçte Kur’an’ın üçte ikisi inmiştir.
Âlemi, dünya ve ahiret olmak üzere ikiye ayıran vahiy bilgisi, dünya hayatının cennet olması için insanlara cennetlik amelleri
yapmaya teşvik etmiş, cehennemlik işleri yapmaktan sakındırmıştır. Yani cennet ve cehennem olguları da bir bakıma dünyanın iyiliği
için tasarlanmıştır. Genel olarak inanç, bu konuda başat rol oynamaktadır. İnsanlık tarihine göz atılacak olursa, hangi din olursa olsun,
kitabi veya değil- en sanatkârane yapılar, tapınaklara ait olduğu müşahede edilmektedir.
İslam’ın model insan tipleri Kur’an (Yasin, 36/12) ve Sünnet’te ortaya konulmuştur. Sahabe bundan esinlenerek, kendi dönemi
için farklı modeller oluşturmuştur. Bunlar tarihte, içinde bulunulan zaman, ortam, mezhep ve meşreplere göre renklilik arz ederler.
İnsanoğlu yaşarken ‘yaşatma gayreti’ içinde olacaktır ama öldükten sonra bile yaşamak için de ufuklar açıktır. Biz sadece,
“öldükten sonra da yaşamaya devam etmek isteyen insan modeli” üzerinde duracağız. Bunlar, âhireti de hesaba katan ama dünyanın
cennet olması için çabalayan insan tipleridir. Öncelikle “Kim İslâm'da güzel bir çığır açar da, kendisinden sonra o yoldan gidilirse, o
kimseye bu çığırdan gidenlerin ecri kadar sevap yazılır. Bu çığırdan gidenlerin ecirlerinden de bir şey eksilmez.” (Müslim “İlim” 15)
hadisinden hareketle, güzel bir adet ortaya koyanların sevabı süreklidir.
Öldükten sonra da yaşamak isteyen Müslüman insan tipinin oluşmasına özellikle rehberlik eden “İnsanoğlu ölünce dünyadaki
eylemleri biter ancak sadakay-ı câriye, insanların yararlanacağı bilgi /buna dayalı üretim ve ardından dua edecek/ ettirecek evlat
bırakanların eylemleri sürer” (Müslim “Vasiyye” 14) hadisinden hareketle, İslam’ın model insan tipini, teorik olarak, çağımıza taşımaya
çalışacağız. İşin akademik boyutu burada durmamıza izin vermeyecek, İbn Hibban’ın (ö.354/965) Sahih’inde, çeşitli vesilelerle
yinelediği “bu sayılanlar, belli başlı ameller olup; ötesinin de bulunduğu” fikrinden hareket edeceğiz. En üst kalite olan İhsan’ı (Buharî,
İman 37; Müslim, İman 1, 5, 7) yakalamak için devinen insan tipini ortaya koyma çabası içinde olacağız. Çünkü bu maddeler, öldükten
sonra da yaşamanın formülünü içermektedir.
Din, güçlü bir olgu olmasına rağmen, bu modelin gerçekleşmesinde tek başına başarı sağlayamaz; gerekli olan diğer şartlar da
oluşunca bu insan tipi ortaya çıkar. Tıpkı yapılacak bir deneyde, sadece bir unsurun bulunmayışıyla deneyin gerçekleşmediği gibi. İşte
ilgili şartların oluşmasına çalışmak için de öncelikle bunların ne olduğunun bilgisi gerekmektedir. Bilgi ve bilginin korunduğu bir
ortam da gerekir. Nitekim İbn Sina’nın (ö.428/1037) “İlim, takdir edilmediği yerden göçer” dediği nakledilir.
Çağımızda bu insan modelinin oluşması, birkaç yüzyıldır halkı Müslüman olan ülkelerden göçen ilimin tekrar yurduna
dönebilmesi söylemin peşinden gelecekler eylemlerle mümkün olabilecektir. Beynimizde yitirdiğimiz “inanıyorsanız; üstünsünüz”
(Ali-İmran, 3/139) düşüncesini tekrar kazanmak ve “yitik malımız olan hikmeti, bulduğumuz yerden almak” için, önce öz eleştiri sonra
da bunu gereği olan eylemleri yapmak gerekmektedir. Bunun için tarih, coğrafya, mimarÎ vb. alanlarda “km. taşları” mevcuttur.