Abstract:
Genel anlamda bütün insanlığa
1
özelde ise müttakîlere2
yol gösterici olarak
indirilen Kur’ân-ı Kerîm, Allah, insan ve âlem merkezli bir kitaptır. Kur’ân’a göre
Allah, insanı ahlakî doğruyu görebilecek güçte yaratmıştır. Bununla birlikte insanın
hevâ ve hevesi, çeşitli içgüdü ve arzuları onun doğruyu, iyiyi ve güzeli görmesini
engellemiştir. Ancak Allah, ahlaklı, erdemli insan ve toplumların oluşmasını
istediğinden dolayı zaman zaman tarihe müdahale etmiş, rahmetinin bir nişanesi
olarak kendi içlerinden gönderdiği peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla insanların
hem bu dünyada hem de âhirette mutlu olacakları ahlakî ilke ve yasalar sunmuştur.
Kur’ân, ahlakî kavramların bilgisel tanımlarını yapmaz. Bunun nedeni ise, bu
ahlakî kavramların içeriklerinin insan tarafından bilindiği ve bunların insanın
doğasında bulunduğudur. Ahlakî davranışı değerli ve istenilir yapan ise, genellikle,
insanlığa verdiği sevinç, mutluluk ve/veya faydadır. Bununla birlikte kişi, Allah
rızası için veya hiçbir etmen gözetmeksizin de ahlakî erdemler serimleyebilir.
Kur’ân öğretisi, insanın, hem Allah’a hem de insanlara karşı ahlakî
sorumluluklarını yerine getirmesine bir çağrıdır. Kur’ân bu öğretisini pek çok
âyetinde “iman” ve “salih amel” formülüyle takdim eder. Kur’ân’da “iman”, insanla
Allah arasında gerçekleşen bir olgu iken; “salih amel” ise, Allah’ın rızasına dayalı
olarak insanlar arasında gerçekleşen davranışlar bütünüdür. Aslında bu iki olgu
birbiriyle sıkı bir ilişki içindedir. Dolayısıyla, insanın, kendisine ve diğer insanlara
karşı ahlakî sorumluluklarının aynı zamanda Allah’a karşı da birer sorumluluk
olduğunu söyleyebiliriz. Kur’ân’da bunu okumak hiç de zor değildir. Buradan
hareketle Kur’ân’ın bütün çabasının, insanların bildikleri ahlakî faziletleri
yaşamlarında pratize etmeleri için muhataplarını ikna ve teşvik etmeye yönelik
olduğunu ifade edebiliriz.